Pandemi hayatlarımızın akışını baştan sona etkiledi. Evden çalışmaya başladık, görüntülü konuşmalar gerçek buluşmaların yerini aldı ve bazılarımız ekmek yapımında doğuştan yetenekli olduğunu keşfetti. Yavaş yavaş normale dönsek de seyahat etmekten çekinenlerimiz hâlâ var. Peki, seyahat etmek istemeyip şehirde kalanlar yaz mevsimini nasıl geçirecek? Sosyal medyada paylaşılan tüm o tatil fotoğraflarını hiç mi hiç kıskanmayan kişilerin sırrı ne? Sorduk, soruşturduk, araştırdık, derledik ve maddeledik:

1- Parklar, bostanlar, bahçeler onlardan sorulur.

Kuş sesleri, çimene basmak, akşam üstü gölgede yapılan bir şekerleme, dalından koparılan pestisitsiz bir sebze, kuşların göç rotaları üzerindeki koruluklarda yürüyüş… Bunlar kime iyi gelmez ki? Şehirden keyif alan kişiler, binaların ve otomobillerin içinden sıyrılıp kalabalık olmayan yeşil alanda dinginleşmeye özen gösteriyor. Dr. Mustafa Eraslan, “İnsanların sağlığı için ‘Lütfen çimlere basmayın’ şeklindeki uyarıların ‘Lütfen çimenlere basın’ şeklinde değiştirilmesini talep ediyorum” diyor. Katılıyoruz. Yakında mutlaka bir park, peyzajına özen gösterilmiş bir bahçe ya da tohumlara meraklı doğaseverlerin kurduğu rengarenk bir bostan vardır, ziyarete ne dersin?

2- Meraklıdırlar, kaybolmaktan korkmazlar.

Şahane bir kafe ya da şirin bir semt pazarı keşfetme konusunda yetenekli bir arkadaşın var mı? Muhtemelen o arkadaşın, kaybolmaktan korkmayan biri! Her gün aynı sokaklardan geçmek ve kaç saniye süreceği ezberlenmiş trafik lambalarında beklemek yerine hiç bilmediğin sokakları arşınlayabilirsin. Yaratıcılığı tetiklediği bilimsel olarak kanıtlanmış bu yeni alışkanlık, yepyeni yerler keşfetmene de olanak tanıyacağı için kente dair bakış açını da zenginleştirecektir.

3- Arada bir “turist gözlükleri” takarlar.

Yaşadığın yerin yakınında bir tarihi eser var mı? Ya da bir kültürel buluşma noktası? Haritayı aç ve bir kilometre çapında bulunan turistik yerlere bak. Kaçını ziyaret ettin? İstanbul’dan Melike, iki sene önce bir yaz günü evine 300 metre mesafede tarihi kalıntılar olduğunu keşfetmiş: “Bel çantamı ve siperlikli şapkamı takıp, turist gibi yola çıktım. Kalıntıların tarihini öğrendim ve fotoğraflarını çektim, hatta yakınındaki hediyelik eşya dükkanından buzdolabım için bir magnet bile aldım. O günden beri bu geziler, güzel havalarda yaptığım bir ritüele dönüştü. Hem çok eğleniyorum hem de yaşadığım şehri gittikçe daha çok sahipleniyorum. Tüm bunları yaparken kendimi de daha iyi tanıyorum.”

4- Yaşadıkları binada teras, bahçe ya da balkon imkanı varsa, mutlaka kullanırlar.

Şehrin sokaklarında yürürken bazı balkonlar ya da bahçeler gözüne çarpıyordur: özenle boyanmış, dört bir yanına çiçekler konmuş, yemyeşil, bazen sazlık paravanlarla dış dünyadan soyutlanmış, dekoratif objeler, şemsiyeler, sehpalarla yaz için bir sığınağa dönüştürülmüş alanlar… İşte bu alanlar, şehirde yazı keyifle geçirenlerin sırlarından biri! İzmir’de yaşayan Volkan, binanın bahçesinde kullanılmayan bir alanı bir yaz bahçesine dönüştürmüş. “En güzeli de yetiştirdiğim domatesleri komşularla paylaşmak” diyor.  Zaten yazın sıcaklarında evin içinde durmak ve klimalara-fanlara bağımlı olup çok fazla enerji tüketmek, dünyamız için pek iyi bir seçenek gibi görünmüyor.

5- Doğa rotalarını araştırırlar.

Biliyor musun, muhtemelen toplu taşıma ile yarım saatte ulaşabileceğin mükemmel bir orman, nehir ya da deniz var! Seni hemen bu konuda araştırma yapmaya davet ediyoruz 😊 Doğanın içinde mini bir macera, ailece deniz gezisi ya da nehir kenarında geçen bir gün, insanın kent stresini geride bırakması için ideal. Rize’den İclal, her hafta sonu denize gitme alışkanlığı edindiklerinden beri çocuklarının hafta içi daha sakin olduklarını söylüyor. Tabii, bu gezileri planlarken popüler rotalardan kaçınmak ve doğaya saygıda kusur etmemek de gerekiyor.


Şimdilik bu kadar. Bir sonraki Yeşil Blog yazısında görüşmek üzere 👋 💚