Uludağ Milli Parkı, dünyada sayıları çok fazla azalmış olan sakallı akbabanın ve kaya kartalının üreme popülasyonlarını barındırması nedeniyle Türkiye’nin Önemli Kuş Alanlarından (ÖKA) biri. Nesli tükenmek üzere olan ve parkla özdeşleşen Apollo kelebeğinin de yaşam alanı. Pınarlarıyla Bursa’nın içme suyu kaynağı olan Uludağ, kirli havasına karşın kente temiz nefes alanı sağlıyor.

Dünyada yok olma tehlikesi içinde olan, bu yüzden koruma altına alınan beş bitki türüne (iki siklamen türü, bir kardelen, bir keten ve bir de sarı jensiyan/ kral şamdanı) ev sahipliği yapan Uludağ’da 33’ü Uludağ endemiği, 138’i Türkiye endemiği olmak üzere toplam 171 endemik tür ile birlikte toplam 1320 takson bitki türü bulunuyor.

 Takson, canlıların sınıflandırılmasında kullanılan basamakların her birine verilen isimdir.

Uludağ barındırdığı tüm bu doğal güzellikleri, su kaynakları ve eşsiz ekolojik değerleri ile 1961 yılında koruma altına alınmış ve Milli Park statüsü kazanmıştır.

Milli Park, Türkiye’nin 2004 yılında üye olduğu ‘Dünya Koruma Birliği’ (IUCN-The World Conservation Union) tarafından tanımlandığı şekliyle; “Bir veya birden fazla ekosistemin ekolojik bütünlüğünü bugün ve gelecek nesiller için korumak, doğal çevrenin ișgalini ve sömürülmesini engellemek, ve çevreyle uyumlu biçimde bilim, eğitim, rekreasyon ve ziyaretçi aktivitelerinin gelișimini tesis etmek amaçları için ayrılmıș (kara/deniz) doğa parçaları”dır.

Daha sonra 1983 yılında çıkarılan 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu ile de ulusal koruma altına girmiştir. Uludağ’ın bu statüden çıkarılarak Uludağ Alanı ve bunun Başkanlığı halini alması sözde bir yetki karmaşası önleme adımı olarak belirtilse de kanun metninde de açıkça yer aldığı üzere “ziyaretçiler ve yatırımcı açısından çok uzun ve ağır bürokratik süreçlerin yaşanmasına sebep olurken bu eşsiz alanın hak ettiği şekilde korunması ve turizm açısından hedeflenen başarıya ulaşması mümkün olamamaktadır.”

Yaklaşık 13.000 hektarlık alana sahip olan Uludağ Milli Parkı’nın yüzde 71’i orman, yüzde 28’i mera ve kayalık, yüzde 0,4’ü açık, yüzde 0,1’i sulak alan olmak üzere sadece yüzde 0,5’i yerleşim alanıdır. Kanun değişikliği incelendiğinde daha fazla “ziyaretçiyi” çekerek amaçlanan Milli Parkın amacına uygun olarak bilim, eğitim, rekreasyon ve ziyaretçi aktivitelerinin gelișimini tesis etmek değil, kış turizmini canlandırmak için daha fazla yapılaşmaya gitmek ve bunu kolaylaştırmak için de yetkiyi tek elde toplamaktır. 

Biyolojik çeşitlilik değil çıkar çeşitliliği!

18 Ocak’ta Uludağ Alan Başkanlığı kanun teklifi TBMM’de kabul edilerek yasalaştı. Öncesinde yerel ve ulusal pek çok çevre örgütünün ve meslek odalarının karşı çıktığı kanun değişikliği tam tahmin edildiği gibi koruma amaçlı değil.

Uludağ Milli Parkı’na yönelik talan planı yeni de değil. Geçtiğimiz sene Ocak ayında o sırada Tarım ve Orman Bakanı olan Bekir Pakdemirli, Uludağ’da 67 milyon liralık yatırımla hizmete alınan 2 ve 3 numaralı Yönetim Merkezi’nin açılışında, Uludağ Milli Parkı’ndaki turizm tesisleri ve parselleri için mimari projeler hazırlandığını söyleyerek, bölgeye yatırım yapacaklara %100 hibe vereceklerinin de “müjdesi”ni vermişti. 

Kanun açıkça, projeleri ve yatırımları hazır, açılışı yapılmış turizm talanını hızlandırıp kolaylaştırmak amacıyla çıkarılmıştır. Yani korunmak istenen biyolojik çeşitlilikten ziyade farklı grupların çıkarlarıdır. Yapılan kanun değişikliği ile Uludağ Milli Park olmaktan çıkacak ve kurulan Alan Başkanlığı da yatırımcılara daha kolay yapılaşma, daha fazla betonlaşma, daha fazla kayak pisti imkanı sunacak.

Alan Başkanlığı ile hedeflenen Uludağ’ın korunması değil açıkça söylendiği gibi değerlendirilmesidir. Bunun benzerinin nelere yol açtığını yakın zamanda Kapadokya ve Gelibolu Yarımadası Alan Başkanlığı örneklerinde gördük.

Türkiye, COP16’ya ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor!

Türkiye, çevre koruma alanında küresel düzeyde en çok kabul gören uluslararası sözleşmelerden biri olan BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini, imzaya açıldığı yıl olan 1992’de imzalayarak doğanın korunması için ilk imza veren ülkeler arasında yer almıştır. Daha sonra 4177 sayılı kanunla 1996’da onaylanan sözleşmenin yükümlülüğü altına girmiştir.

Bu sene Montreal’de gerçekleşen BM Biyolojik Çeşitlilik  Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı (COP15) doğanın korunmasına dair tarihi sayılabilecek kararlar içeren Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçeve Anlaşması ile sonlandı. Buna göre 2030 yılına kadar biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlamak için kara ve denizlerin yüzde 30’unun korunma altına alınması gerekiyor.

2024’te gerçekleştirilmesi planlanan COP16’ya (BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 16. Taraflar Konferansı) ev sahipliği yapmaya hazırlanan Türkiye, ayrıca 2 yıl süreyle (2024-2026) sözleşmenin dönem başkanlığını da yürütecek. Türkiye’nin başkanlık yapacağı süre, 2030 hedeflerini gerçekleştirmek için kritik dönem içerisinde yer alıyor. Türkiye’deki korunan alanları artırmak için nasıl bir yol izleneceği de Başkanlık döneminde örnek teşkil etmesi açısından ayrı bir öneme sahip.

2020 yılı itibariyle, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü sorumluluğundaki korunan alanların (kara ve deniz) toplamının ülke yüzölçümüne oranı %9,0’dur. Türkiye’deki mevcut durumda %9’luk korunan alanlar içerisinde milli parklar hem kapladığı alan hem de sahip olduğu özellikleri açısından önemli yer tutuyor. Dünya genelinde biyoçeşitlilik ve ekosistemi korumaya yönelik konulan %30 hedefine ulaşmak için Türkiye’de korunan alanların artırılması gerekiyor. Uludağ Milli Parkı da eşsiz endemik yapısı ile bunların başında geliyor.

İklim krizinin bu kadar görünür olduğu, kuraklığın kapımıza dayandığı böylesi bir ortamda biyolojik çeşitliliğe yönelik saldırıların bunlar üzerindeki etkisini yok saymak mümkün olamaz. Yapılması gereken kar bile yağmıyorken daha fazla pist uğruna yapılaşmaya gitmek yerine Uludağ Milli Parkı gibi biyolojik çeşitlilik açısından bu kadar zengin alanların korunmasına yönelik uygulamaların artırılmasıdır. Karar alıcılardan, bu vesileyle, 2024’te gerçekleşecek COP16 öncesi korunan alanların iyileştirilmesi ve artırılması yönünde harekete geçmelerini ve buna Uludağ Milli Parkı’nda rahat ve hızlı talana neden olacak bu yanlıştan bir an önce dönerek başlamalarını bekliyoruz.