Hatay’da meydana gelen yangınlar ve orman kaybı görüntüleri tekrar ormanların korunması ile ilgili elimizde ne var sorusunu gündeme getirdi.

Greenpeace’in uydu görüntülerinden tespit ettiği orman alanı kaybı

Orman yangınları meydana geldiğinde, büyük toplumsal tepki oluşuyor. Ağaç, orman gibi doğal varlıkların, aynı zamanda kültürel bir değeri temsil ettiğine ve toplumun geniş bir kesiminde korunmalarına yönelik anlayışın baskın olduğuna şüphe yok. Ormanların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının temel unsurlarından olduğu tartışmasız. 

Greenpeace’in 2019 yılında yaptığı kamuoyu araştırmasına katılanların %87’si, ormansızlaşma ve ağaçların azalmasını hava kirliliği gibi Türkiye’nin en önemli çevre sorunlarından biri olarak görüyor. Araştırmaya katılan kamu kurumları ve medya kuruluşlarına göre ise orman yangınları Türkiye’nin ilk 3 çevre sorunundan biri. 

Orman yangınları meydana geldiğinde oluşan toplumsal tepki ve ormansızlaşma, ormanların korunmasına ilişkin uzun vadeli, kararlı adımların atılmasını sağlamıyor. Orman yangınlarına bugün üzülüyor, yarın unutuyor, yangın olduğunda tekrar hatırlıyoruz. Bu yazıda, ormanların korunması talebinin nasıl kararlı, istisnalara açık kapı bırakmayan yasaların varlığına bağlı olduğunu açıklayacağım. 

Orman alanlarının kullanıma açılması

Ormanların korunması ve geliştirilmesi, Anayasa’nın koruması altındadır. Ormanların korunması ve sahaların genişletilmesi için gerekli kanunların çıkarılması ve tedbirlerin alınması, ormanların gözetimi, yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilmesi, ormanların tahrip edilmesine ilişkin ifadeler kullanılamaması, orman yangınlarına ilişkin suçların af kapsamına alınamaması gibi düzenlemeler ile ormanların en üst seviyede korunması sözkonusu olmuştur. 

2000’li yılların başından itibaren ise, Anayasa’da yer alan bu üstün koruma ilkesi ile uyumlu olmayan yasalar hazırlandı ve uygulanmaya başladı. Bu yasalarla orman kaynaklarının ormancılık dışı amaçlar için kullanıma açılması mümkün oldu. Gerekçesi açık ve belirli olmayan kararlar ile 99 yıla varan süreler ile madencilik, eğitim, turizm, çöp sahası oluşturma, elektrik hattı ve yol gibi amaçlar ile ormanlık alanlar orman olmaktan çıkarıldı. Bu dönemde çeşitli çevre kurumlarının başlattığı hukuk süreçler sonuçsuz kaldı. 

Geçtiğimiz yıl İzmir’de meydana gelen yangınlar sonrasında, orman profesörü akademisyenler yaptıkları çağrıda, ormanların yıkımına neden olan en büyük uygulamanın, orman alanlarının madencilik, turizm, altyapı vb. tesisler için ormancılık dışı amaçlarla kullanımlara tahsis edilmesi olduğuna dikkat çekerek ülke çapında bu amaçla yapılan tahsislerin toplam miktarının 700 bin hektara ulaştığı bilgisini vermişti.*

Bugün doğal varlıkların korunmasına ilişkin davalarda, ormanların korunmasının yasal bir zemini bulunmadığı ve bunun da nasıl uygulamayı etkilediğine sıklıkla tanık oluyoruz. Bir projenin planlandığı alan ormanlık alan ise, orman izinlerinin alınması için Orman Genel Müdürlüğü’nden görüş talep edildiğinde, Orman Genel Müdürlüğü’nün çoğunlukla kararı, takdir yetkisini enerji bakanlığı, sağlık bakanlığı, turizm bakanlığı gibi diğer bakanlıklara ve ilgili kuruluşlara bıraktığını görüyoruz. 

Ormanların gerçekten korunması için 2000’li yıllarda uygulamaya alınan yasaların değişmesi gerekiyor. Bu yasaların yürürlükte kalması ormanlar için en büyük tehdit, üstelik orman yangını tehdidinden bile daha büyük bir tehdit. 

Kısacası, orman kaybı hakkında konuşmaya başladığımızda, orman yangınları sadece buzdağının görünen kısmı. 


* https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/212108-akademisyenlerden-orman-cagrisi-seffaflik-konusunda-bahane-uretilmesin