İklim zirvelerinde ayak direyen hükümetlerin yarattığı hayal kırıklıkları, iklim davalarında gezegen ve insanlık için zaferlere dönüşüyor.

İklim davaları veya kimi zaman kullanılan tabir ile iklim adaleti davaları, hükümetlere ve şirketlere iklim değişikliğine karşı aldıkları ve/veya almadıkları (iklim ataleti) kararlar, politikalar hakkında hesap sormak ve iklim krizinin failleri olarak sorumluluklarından kaçınmalarını engellemek amacıyla yargı erkini kullanarak yapılan hukuki mücadeleler. 

Son yıllarda toplum temelli hareketlerin, vatandaşların merkezinde olduğu iklim davalarının sayısı giderek artıyor. İklim krizinin faillerinden hesap sorarak, bundan en çok etkilenen kırılgan gruplara adaleti getiriyor ve mahkemeler kirleten öder prensibine göre kararlarını alıyor. Son 7 yılda dünyanın farklı noktalarında toplam 2002 dava açıldı ve bunların dörtte biri sadece 2022 yılında oldu.

İklim davalarında, emsal nitelikte büyük etki yaratacak pek çok karar çıktı. Sembolik kararlardan birisi Hollanda’da 17 bin vatandaşın çevre örgütleriyle birlikte Shell’e karşı açtığı davaydı. Mahkeme Shell’in iklim krizindeki sorumluluğunu kabul etti ve 2030’a kadar karbon salımlarını % 45 azaltması kararını verdi.

Bir başka emsal kararda ise Almanya Anayasa Mahkemesi, hükümetin çıkardığı iklim eylem kanununu yetersiz buldu. Karara göre kanun kısmen anayasaya aykırıydı ve 2030 sonrası seragazı azaltım planındaki hedeflerin detaylandırılması gerekiyordu.

Şimdi bu listeye bir dava da Türkiye’den ekleniyor. Altıparmak Hukuk Bürosu ve Manisalı Balıkçılar kuruyan Marmara Gölü’nün hesabını yasal yollarla Tarım ve Orman Bakanlığı’na soruyor.

İklim Davalarının Tek Adresi İklim Hedefleri Değil

Paris anlaşması dediğimiz zaman aklımıza ilk gelen şey ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 1.5 derece ile sınırlayacak çabayı göstermek ve bunu 2 derece ile sınırlı tutmak. Ana objektifin yanı sıra anlaşma taraflarına pek çok yükümlülük sunuyor çünkü her şey sera gazı emisyonlarımızı düzenleyecek azaltım politikalarından ibaret değil. Bütün taraflar, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kapasite ilkesi doğrultusunda, 

  • iklim krizinin kırılganlaştırdığı gıda üretim sistemlerini korumalı, 
  • gıda güvenliğini sağlamalı,
  • insan onuruna yakışan istihdam alanları yaratarak adil geçişi sağlamalı, 
  • yerel toplulukların ve yerli halkların haklarını tanımalı ve korumalı,
  • ekosistemin bütünlüğünü sağlayarak biyoçeşitliliği ve yutak alanlar ile rezervuarları korumalı
  • ve tabii ki iklim adaletini sağlamalı.

Ne yazık ki bu hedefler, genişlemek isteyen bir maden projesi, kurulmak istenen yeni bir kömürlü termik santral projesi veya Marmara gölü örneğinde olduğu gibi bir baraj politikası karşısında ikinci planda kalıyor.

Söz konusu objektifleri anlaşma girizgahında tanımlarken, ‘vurgulamak’, ‘dikkat etmek’, ‘hesaba katmak’, ‘teyit etmek’ gibi fiiller ile bağlayıcı sorumluluklardan ve net ifadelerden kaçmaya çalışan devletlerin maskesi iklim mahkemelerinde düşüyor. Karbon yutak alanlarının korunmasında ise devletlerin arkasına saklanabilecekleri bir maske yok. Anlaşmanın 5. Maddesi net bir ifade ile tarafları, karbon yutak alanlarının korunması ve kapasitesinin geliştirilmesi için eyleme geçmekle yükümlü tutuyor. Çünkü okyanuslarımız, ormanlarımız atmosfere yayılan karbonları depolamak ve gezegenin karbon yoğun endüstriler karşısında bir nefes almasını sağlamak için doğal bir bariyer görevi görüyor. Doğal bariyer parantezini sulak alanları da ekleyerek genişletebiliriz.

Marmara Gölü Anılarda Kaldı

Marmara gölü de sulak alan yapısı ile bir zamanlar karbon yutak alanıydı. Davacılar, 2017 yılında ulusal öneme haiz sulak alan ilan edilmesine karşın, yanlış su politikası sonucunda kuruyan göl için kamu idaresini sorumlu tutuyor. Gölü besleyen Kum Çayı kanalları önce Gördes Barajı ile engellendi. Doğa Derneği’nin sahada yaptığı gözlemlerde de Kum Çayı’ndan su çeken Kum Ocakları faaliyetlerinin de sorunu derinleştirdiği görüldü. Son olarak ise gölü beslemek için Gediz havzasından suyu taşıyacak Ahmetli regulatöründeki pompalar da elektrik maliyeti nedeniyle kontak kapattı. Bu adımlar yıllar içinde gölün kurumasına ve Marmara Gölü’nün anılarda kalmasına neden oldu. Bu yok oluşa gölün yıllar içinde çekilen sularını gösteren uydu görüntülerimiz ile tanıklık ediyoruz.

İklim krizine karşı sorumluluğu doğrultusunda ilk ödevi kuruyan gölün rehabilitasyonu olması gerekirken, kamu idaresi balıkçılardan kira istemekten de geri durmadı. Türkiye’nin ilk iklim davasının kararı da bu garip kira bedelini iptal etme yönünde çıktı. Şimdi sırada idarenin gölü korumak ve rehabilite etme görevlerindeki eksiklerin mahkeme tarafından tespit edilmesi ve bu eksik karşısında dezavantajlı konuma düşen balıkçılara adaleti tesis etmesi var..

Marmara Gölü’ndeki alansal değişimin uydu görüntüsü 
(Sentinel- 2 L2A, Copernicus Sentinel Hub)

Uzun süren kampanyaların ve baskıların ardından Türkiye 2021’in Ekim ayında Paris anlaşmasını mecliste onaylamıştı. Artık eski hamam eski tas diyecek bir lüksü yok. Bu onay, devlet paradigmasında ciddi bir dönüşümü gerektiriyor. Üzülerek bu dönüşümün Marmara Gölü’nün kıyısından henüz geçmediğini görüyoruz. Paris Anlaşması gereğince önceliği gölü korumak olan idarenin tercihi baraj politikası, su depolamasına izin verdiği kum ocakları ve tasarruf yapmak adına çalıştırmadığı pompalardan yana oldu. Ulusal öneme haiz sulak alanı ve gezegen için önemli bir karbon yutak alanını korumak konusunda sınıfta kaldı.