Kırklareli’nin Dokuzhöyük köyündeyim. Köyün içinde acelesiz ve kaygısızca uzanan yolda yürüyorum. Huzur içinde doğaya karışmakla meşgul eski Rum kerpiç evlerine, köy kooperatifinin köy duygusunu koruyan dükkanına, köylünün kendi imkanlarıyla yaptırdığı camiye ve sağlık ocağına uğruyor yol. Her biri sevimlilikte yarışan köpeklerin ve gölgedeki keyif uykularının arasından geçiyor, köylünün cömert ineklerinin süt kokan bakışları eşliğinde köyün kendi peynir üretimini yaptığı mandıraya uzanıyor. Son olarak, ince bir köprüyle Teke Deresi’nin üzerinden geçiyor. Köprüden geçerken, gözüm derenin üzerinde dolaşan kara leyleğe takılıyor, kanat açıklığından etkileniyorum, dost güneş altında tarım arazilerine doğru çıkıyorum.

Haziran ayı sonunda, köy merkezinin yanı başındaki bu tarım arazilerinin üzerine inşa edileceği duyurulan termik santral hakkında köylülerle görüşüyorum. “Bölgenin tüm canlılığını yok edecek” diyorlar. Kömür karası geleceği kimsenin hak etmediği gerçeğini, bu sefer de Dokuzhöyük köylülerinin yüzünden okuyorum. Greenpeace olarak, Tekirdağ’ın Çerkezköy ve Kırklareli’nin Vize ilçelerinde inşa edileceği duyurulan iki kömürlü termik santral projesine karşı 2017 Mayıs’ında başlattığımız “Olmaz Be Ya” kampanyası, bu gelişmeyle yeni bir döneme giriyor. Dokuzhöyük yakınına yapılmak istenenle birlikte, Trakya şu an toplam 3 kömürlü termik santral tehdidiyle karşı karşıya.

Tüm dünyada, insan faaliyeti kaynaklı iklim değişikliği, aşırı hava olaylarını günlük hayatın gerçeği haline getirir; sera gazlarının etkisiyle havayı solunur olmaktan çıkarır ve  gezegeni her geçen gün kavurarak tüketirken, kömürdeki bu ısrara karşı koymak, var olabilmek için yapılacak tek şey. Trakya da bu durumun son derece farkında, köyleri, kömür karasına karşı ayakta.

Bir “kendine yeten ülke” vardı, ne oldu ona?

Istranca Dağları’nın güney ve güney batısına düşen eski bir yol üzerinde kurulmuş Kırklareli. Etrafında höyükler bulunurmuş. Dokuzu bu köyün girişinde karşılıyor insanı. Anlıyorum ki burada insanın uzun bir tarihi var, havasıyla toprağıyla kurduğu bir hukuk var.

Toprakla, suyla ve ormanla bir yaşamayı gözetip kollayan bu hukukun el üstünde tutulduğu vakti zaman, “Türkiye kendi kendine yeten yedi tarım ülkesinden biridir” jenerik cümlesinin gururuna -aslında gururundan çok geleceğe verdiği güvene- işaret ediyordu. Öyle ya, ancak ürettiğimiz sürece yerle gök arasında var olmaya devam edebilirdik. Nesilleri besleyen toprak, nefes veren orman, can taşıyan sular olmasaydı, nereye giderdik?

Trakya’dan görüntüler

Kırklareli Ovası’nın sınırlarında yer alan Dokuzhöyük, Kırklareli’yi, genel olarak da Trakya’yı ve Marmara’yı besleyen bir üretime sahip. Köylünün kendi hayvancılık faaliyetiyle ürettiği süt, köyün kalkınma kooperatifine ait mandırada peynire dönüşüyor ve ülke genelinin aksine, önemli bir miktarı köy dışına ihraç ediliyor. Köyün çıkışında başlayan tarım arazilerinde, buğday, domates, kırmızı biber, karpuz, pek çok çeşit meyve, mısır, ayçiçeği yetiştiriliyor. Köylü kendi çalışıyor, kendi üretiyor, kendi satıyor, kendi kalkınıyor, kendi köyünde yaşıyor. Önerilen kömürlü termik santral projesi ise, benzerlerinin tüm ülkede yaptığı üzere, havayı, toprağı ve suyu zehirleme tehdidiyle bu huzurun karşısında kara kara duruyor.

Zehir solumak: 11 bin 230 erken ölüm

Cıva, kadmiyum, arsenik. Trakya’da yakılması planlanan milyonlarca ton linyitin içinde bulunan kimyasallardan sadece bazıları. Yanan linyitle açığa çıkacak, havaya, toprağa ve suya karışacaklar. Oysa Kırklareli’de planlanan projenin başvuru dosyasında cıvadan hiç bahsedilmiyor bile.

Greenpeace’in hazırladığı rapora göre, Çerkezköy ve Vize kömürlü termik santralleri 11 bin erken ölüme yol açacakken, Kırklareli’de bir üçüncüsü, bu sayıyı 11 bin 230’a çıkaracak. Kırklareli termik santrali, ortalama ısıl değeri 2655 kalori olan linyit kömüründen saatte 358 ton (ortalama 25 traktör römorkunun taşıdığı yüke eşit) yakacak, bu işlemden 72 ton kül ortaya çıkacak. Yılda 7 bin saat çalışacak santral, ekonomik ömrü olan 35 yıl boyunca toplam 87 milyon 710 bin ton linyit yakacak.

trakya-dokuzhoyuk-koyu

*Fotoğraf: Dokuzhöyük Köyü, Kırklareli, santral için düşünülen, tamamen tarım arazisi olan alandan görünen manzara

“Kusura bakmasınlar, bizi yıldıramazlar”

Bu gerçekler karşısında kara kara düşünüp öylece durmuyor ama Trakya halkı. Bunu bir defa da projenin ÇED halkın katılımı toplantısında gösterdikleri yaşamlarını savunma iradesinde görüyorum.

Projenin duyuruluşunu takiben hazırlıklar başlıyor. Üst üste bilgilendirme toplantıları yapılıyor, bölgede tam 8 bin 112 itiraz dilekçesi toplanıyor (bu dilekçeleri üst üste koyduğunuzda 1 metreyi geçiyor), yerel ve ulusal basında haberler çıkıyor. Köylüler, muhtarlar, bilim insanları, çiftçiler, anneler, STK temsilcileri, iklim ve gelecek dostu köşe yazarları ve hukukçular, birlikte projeye karşı çıkıyor, “olmaz be ya” diyorlar, “ayır” diyorlar.

Dokuzhöyük Muhtarı Nazmi Kavcin

Sayılı gün çabuk geçiyor ve bir ağustos sabahı, güneşi selamlayan gündöndülerin ve mısırların arasından geçerek İnece Kültür Merkezi’ne geliyorum. Yediden yetmişe yüzlerce Trakyalıda aynı coşkuyu hissediyorum: termik santralden ürkmektense, kömür karası geleceğe karşı kaderdaşlık kurmanın enerjisini paylaşıyorlar. Ve, içinde Çerkezköy termik santralinin, bölgenin havasını iyileştireceğini iddia edebilen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘ndan bir temsilcinin de yer aldığı ekibin gelişini bekliyorlar.

Ekip geliyor gelmesine ama, santralin getireceği yaşamsızlığı çok iyi bilen bölge insanı heyetin vereceği bilgilere zaten sahip. Projeyi yapmaya niyetlenen Deba Madencilik’in ve bakanlığın yetkililerini salona almıyorlar. Dokuzhöyük’e ek olarak, bölgedeki birçok merkezden gelen insanlar var. Nereye dönsem, bir Trakyalı haykırıyor: “Nefes almak istiyoruz!”, “Termik santral istemiyoruz!” Onların yanındayız, seslerini duyurmak üzere eylemlerini videomuzla belgeliyoruz.

O gün genci yaşlısı yüzlerce Trakyalı, ayçiçekleri ve çocuklar el ele veriyor.  Çok basit ve net: halk, kömürlü termik santral istemiyor. İsteyenler ise ilk turda Kırklareli’den eli boş dönüyor. Fatma Efe Nine diyor ki: kusura bakmasınlar, bizi yıldıramazlar.

İnece’den ayrılmadan önce, parkta yapılan açık hava toplantısına katılıyorum. Büyük bir kalabalık, parkın kocaman ağaçları altında konuşuyor, heyecanlarını paylaşıyor. Akıllarındaki tek şey ise bundan sonra ne yapılacağı. Hepsinin fikirleri, direnme arzuları var. Greenpeace olarak biz de onlara desteğimizi sürdürüyor, Kırklareli ile birlikte Feyziye Teyze gibi karakterler çıkaran mücadeleyi kuvvetlendirmeye devam ediyoruz.

Yerelden gezegene

Dünya Bankası’nın 2017’de yayınladığı istatistiğe göre, 1960’ta tüm dünyada yıllık karbondioksit salımları 9,3 milyar ton iken, bu rakam 2014’te 36,1 milyar tona fırladı. Türkiye’de de bu dönem arasındaki artış tam 3,29 milyon ton.

İklim değişikliği, şüphesiz ki çağımızın en yakıcı ve en ortak sorunu. İklim, tüm yaşantımızı çevreleyen, tüm hikayemizi belirleyen ana faktör olduğu için, alt üst oluşuna karşı verdiğimiz mücadele de ortak zeminde buluşuyor. İklim değişikliği, Amerika’da Florence ve Mangkhut kasırgaları adını alırken, Türkiye’de Bodrum’da ve Rize’de sellerle ve hemen her şehirde yakıcı sıcaklarla kendini gösteriyor. Dolayısıyla iklim değişikliğine karşı mücadele bizleri birleştiriyor. Ve Greenpeace, 350.org gibi hem yerel hem de küresel düzlemde çalışan örgütler, bu mücadeleyi veren insanlar arasında köprü görevi görüyor.

Yüzyıl sonuna kadar, gezegenin 1,5 dereceden daha fazla ısınmasının önüne geçmek ortak görevimiz. Yaşamı, yaşanabilir ve yaşatabilir bir gezegeni savunan herkesi fosil yakıtlara karşı, Trakya’da Olmaz Be Ya, Eskişehir’de Kömürü Es Geç demeye, imza vermeye, mücadeleye katılmaya davet ediyoruz.