Son günlerde İstanbul’u esir alan sis, yoğunluğu ve devamlılığı ile İstanbulluları korkuttu. Yaşananın sıradan bir sis mi yoksa insan sağlığını tehdit eden bir durum mu olduğu konusunda akıllarda soru işareti oluştu. Peki, gerçekten gördüğümüz fotoğraflar sis mi? 

İstanbul Valiliği, İstanbullulara sıradan bir sis uyarısında bulunurken hava kirliliği ihtimalinden bahsedilmedi. Diğer yandan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın web sitesinden aldığımız hava kirliliği ölçümü verilerinde, söz konusu günlerde hava kirliliğinin gerek DSÖ limitleri gerekse bakanlığın belirlediği limitlerin üstünde olduğunu gördük. Bu ne anlama geliyor? Gördüklerimize hemen sadece sis demeden bir kez daha düşünmemiz gerekiyor. Çünkü, 1 Kasım tarihinden itibaren İstanbul’un partikül madde kirlilik epizotuna girdiği, bakanlık verileriyle sabit bir gerçek. Bu da görüş düşüklüğündeki etken maddenin partikül kirliliği ihtimalini yok sayamayacağımız demek. Paylaştığımız grafikler, İstanbul Valiliği’nin sis için uyarıda bulunduğu 4-8 Kasım tarihlerinde, İstanbul’da PM 10 ve PM 2.5 kirliliğinin, erişilebilir verilerden, zirve yaptığını gösteriyor.  Özellikle sis fotoğraflarının çekildiği 5-6 Kasım günlerini incelediğimizde, PM 10 ortalamasının 63 mikrogramla, PM 2.5 ortalamasının ise 38 mikrogramla Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ)’nün tanımladığı limitlerin üstünde olduğu görülüyor. 

1- Mecidiyeköy

Aşağıdaki görüntü, Çağlayan-Mecidiyeköy arasında 5-6 Kasım tarihinde çekildi. Mecidiyeköy’deki istasyona göre sırasıyla PM 10 kirliliği o günlerde 112 ve 73  mikrogramdı, yani hem DSÖ hem de ulusal limitin üstünde bir kirlilik olduğu anlamına geliyor. Hafta boyunca da tehlikeli seviyelerde kirlilik devam etti ve 8 Kasım tarihinde 128 mikrograma kadar çıktı. 

2- Beşiktaş

Beşiktaş meydanı ve Ortaköy’den çekilen görüntüler de 6 Kasım tarihinde DSÖ limit değerini 45 mikrogramla aşmış ve ulusal limit değerin ise sadece 5 mikrogram altında olan PM 10 kirliliğini pas geçemeyeceğimizi gösteriyor.

3- Üsküdar

5 Kasım günü Üsküdar’da çekilen fotoğraflar için de durum çok farklı değil. Üsküdar da yer alan iki farklı istasyona göre PM 10 kirliliği 72 ve  62 mikrogram seviyelerinde. 6 Kasım’da da kirlilik 85 mikrogramla yüksek seviyelerdeydi. Buna ek olarak, aynı gün PM 2.5 kirlilği ise DSÖ’nün belirlediği günlük limitin 2 katından fazlaydı. Burada, ulusal limitle bir karşılaştırma yapamıyoruz, çünkü Türkiye’de PM 2.5 için takip edilen bir sınır değer hala yok. Hem ulusal hem de DSÖ limit değerlerinin üstünde ve halk sağlığı için tehlikeli boyutlarda. Aynı ilçede, iki farklı lokasyonda yer alan istasyonun birbirine yakın değerlere sahip olması da kirliliğin noktasal değil, bütünsel bir sorun ihtimalini güçlendiriyor.

4-Kadıköy

5 Kasım tarihinde sahilden Kadıköy tarafına doğru devam ettiğimizde ise Kalamış sahilinde yürüyüşe çıkmış bir anne ve çocuğun fotoğrafı ile karşılaşıyoruz. Kadıköy’deki istasyon da yine diğer görüntülerdeki kirlilik değerlerine paralel olarak 106 mikrogramla bütün limitlerin üstünde.

Diğer yandan Temiz Hava Hakkı Platformu da yaptığı açıklamada “bunun adı Smog!” diyerek, yaşananın sis değil hava kirliliği kaynaklı olduğunu iddia etti ve hassas grupların sokağa çıkmaması uyarısında bulundu.

Dünyada da örnekleri var

Hava kirliliği lafının geçtiği bir üniversite dersinden, bir söyleşiye ya da bir kamu görevlisinin yaptığı sunuma kulak verdiğinizde duyulacak, olmazsa olmazlardan bir tanesi 1952 yılında Londra sokaklarına kabus gibi çöken ölümcül sistir (Great Smog of London). Bugünlerde Türkçe’ye hala sis olarak çevrilen bu köşetaşı olay pek çok temiz hava politika ve programlarının katalizörü olmuştur.  Çünkü günler sonra olayın acı karnesi ortaya çıkana kadar, Victoria Caddesi’ndeki çiçekçiye uğrayan bir çiftin, Piccadilly Circus caddesinde yürüyen Londralıların soludukları zehirden haberleri yoktu. Marble Arch’da görevli trafik memuru ise elindeki ateşle sisin neden olabileceği bir kazanın önüne geçebilmek için çalışırken, kirli havanın alacağı canlardan habersizdi.

1950’lerden bugüne hava kirliliğini izlemek, anlamak ve sağlık etkilerini teşhis etmek konusunda pek çok şey öğrendik. Ancak, sis ve hava kirliliği arasındaki ince çizgiyi çekmek konusunda dersimizi pek almış gibi gözükmüyoruz. Londra’dan onlarca yıl sonra, Kasım 2011’de, Pekinliler yüzlerce uçuşun dünyanın en kalabalık hava trafiğine sahip ikinci noktasında iptal olmasına şahit oldu. Bu durum başta Çin devlet televizyonu olmak üzere meteoroloji dairesi tarafından sis olarak servis edilirken, bu konuda tecrübeli olan Avrupamedyası hava kirliliği eksenini pas geçmedi. Uydu görüntüleri de düşük görüşün sebebinin aslında aerosol yoğunluğu yani partikül madde kirliliği olduğunu gösteriyordu. Ufukta beliren her sis, kirli hava demek değildir, ancak, sokak fotoğrafçılığında beğenerek takip ettiğimiz sisli ve puslu karelerin hepsi de göründüğü kadar masum değildir. Bu noktada, kirli hava ve sis ikileminde(smog/fog) turnusol kağıdı işlevi görecek, en önemli enstrüman ise gerçek zamanlı hava kirliliğini takip eden ölçüm istasyonlarıdır. Barwick ve arkadaşları da 2020 yılında yayınladıkları çalışmada hava kirliliğinde veri ihtiyacının öneminin altını çiziyor ve sis ile kirlilik arasındaki algı dönüşümünü çalışmanın başlığına taşıyordu (From fog to Smog: The Value of Pollution Information). Çalışmaya göre Çin gerçek zamanlı hava kalitesi verilerini online olarak yayınlamaya 2012’de başlamış ve ülke nüfusunun % 98’sini temsil edecek şekilde geliştirilmesi 2014 senesine kadar sürmüştü. Bu dönüşüme kadar, PM 2.5 konusundaki farkındalığın eksik olduğu ve sis ile kirlilik arasındaki kafa karışıklığının sürdüğü savunuluyor. 2015’de Çin’deki hava kirliliğini anlatan Under the Dome isimli belgeselin yönetmeni, eski gazeteci Jing Chai de 2011 ve öncesinde yaşadıkları hava olaylarının herkes tarafından sis olduğuna inanıldığı haberlerin böyle servis edildiği ve kirliliğin sadece fabrikaların yakını ve maden sahalarıyla sınırlı olduğunu düşünüyordu.